Ölümü beğenmezsek birlikte döneriz.

     



                     Boyu dört, eni iki buçuk adım mutfağımın. İçine şeker koymaya bile tenezzül etmediğim bir acı kahve pişiriyorum. Cezveye ancak iki tam fincan su sığıyor, ben kahveyi tek kişilik yapıyorum. Bu yazının az önce koyduğum son noktasını bir kelimelik daha ihmal etsem kahvem taşacaktı. Basit, kahvenin de sabrın da taşması bir kelimelik. Matematikselleştirirsek -ki buradan sonrasını sayılsalcılara paslarım çünkü ben matematiğe telefon numaraları ezberleyebilecek kadar yakınım. Onun da matematikle ilgisi rakamlardan oluşmasından başka bişeyse, o kadarını bilmeyi bile atlarım. 

                      Kafamdaki sesleri susturamadığım, çalan telefonları açmadığım, en fazla bir buçuk milim uzayabilmiş tırnaklarımı yememek için ellerimi kendimden sakladığım, iki farklı işi aynı anda yapmadan yapmam gereken hiçbir şeyi yapamadığım, kitap okurken okumayı unuttuğumu hayal ettiğim, uykuya dalamadığım için uykusuzluktan bayılmayı beklediğim günlerdeyim. Yine kalbim çok kırık. Kırıkları yerden toplayacak gücüm yok. Eğilirsem alnımdan biri kocaman elleriyle geri çekecekmiş gibi hissettiğim günlerdeyim. Bir gece en fazla ne kadar uzar diye düşünüp sabahlara kadar sayı saydığım günlerdeyim. Bitmeyeceğine kendimi inandırmak, yaşadığım ne varsa ve yaşama ihtimalim yüksek olan her neyse kendime kabul ettirmek, bütün kötülükleri ve kötü kalplileri affetmek için kendimi zorladığım bu günler işte tam olarak öyle günler. İzlediğim hiçbir filmin sonu yok, okuduğum kitaplar bana kaçmayı anlatıyor, kaçınca da kurtulmuş olunmayacağını... Kime inanacağımı bilmiyorum.

                     Herkes uyumadan önce uyanınca ne olacağını biliyor. Ben herkes değilim. Ben kimse olduğum günlerdeyim. Uyumadan önce uyanınca ne olacağını bilmediğim için korkumdan uyuyamadığım günlerdeyim. Bazen o kadar çok korkuyorum ki uyumaktan vazgeçip, vazgeçtiğim için kendimden nefret edip ağlıyorum. Omuzlarım, sırtım, belim, dizlerim, eklemlerim sızlıyor. Bütün kemiklerimden ses geliyor. Korkunç rüyalarımın elleri var, korkunç rüyalarımın ellerinde tornavidalar var. Tornavidalar kemiklerime saplanıyor. Bütün kemiklerimden gıcır gıcır sesler geliyor. Sesler gıcır, kemiklerim değil. Yaşlanmıyor da yıllanıyorum yalanına inanamadığım günlerdeyim. Çocuğum ben daha diye bağırdığımda aklıma sokakta oynayamadığım geliyor. İp atlayamadığım, yanıp çıkmamak için toptan kaçamadığım, saklandığım yerlerde bulunamadığım ya da bulunulmayacak yerlere saklandığım günlerdeyim. Acı kahvem soğuyor. Bu, bugün  kaçıncı acı kahvem saymadım. Aysun ablaya kahve yaparken kendime yapmadığım, gerekçe olarak da kahveyi sevmediğimi sunmayı tercih ettiğim günleri hatırlıyor musunuz? Ben hatırlıyorum. Aysun abla bigün seveceğimi, sevmeye mecbur kalacağımı söylerdi. Bigün herkes mi acı kahve sevecek? Cezveye kahve ve sudan sonra şeker koymaya kimler tenezzül etmeyecek?

                     Müjgan'ın gidişini hatırlıyor musunuz? Anlatamadım bile hiç. O kadar hızlı koşuyordu ki tutabilmek için terliklerimi giymeyi unutmam gerekmişti. Tutunca gözlerinde tornavidalar görmüştüm. Bir matkap kadar güçlü tornavidalar. Sağ elimi koluma bağlayan yerde, bileğimde açtığı yarayı hatırlıyor musunuz? Ben onu da hatırlıyorum, izini de hâlâ taşıyorum. Gitmesine izin verdiğim günün gecesinde babam Müjgan'ın özgürlüğü seçtiğini söylemişti. Hiç ağlamadım arkasından. Döneceğine inanmıştım ama gitti diye de küsüp, gelirse sesini duymamak için pencereleri kapatmıştım. Pencereleri açtığımda çok gün geçmiş, gelse bile sesini duyuramadığından belki geri gitmişti. Müjgan giderken çok hızlı koşmuştu. 

                      Ben Müjgan değilim. Müjganlar hızlı koşar. Ben yağmurda bulunan yavru kediyim. Götürdükleri evde sol gözümü kaybettim. Diğer kediyle anlaşamayınca, köpek de beni saklayamayınca bir ayakkabı kutusuyla mutfağının boyu dört, eni iki buçuk adım olan eve taşındım. İçinde saklandığım kutunun kapağını açınca kutuyu taşıyan kadın, önce korktu çünkü sol gözüm yoktu. Bana ilk dokunduğunda anladım. Aynıydı korkumuz. Onun ellerini titreten, benim çığlıklarımı büyüten... 

                     Kendimi yerine koyup empati kelimesinin hakkını verdiğim sol gözü kayıp kedinin bazen annesiyim, zaman zaman kendisi. Bir Meryem masumiyeti arıyorum. İsa'nın annesi olan Meryem değil. Yedi numaradaki düşündüğü hiçbir şeyi düşündüğü gibi söyleyemeyen, bayan olduğunu söyleyenlere "içinizi bayıyom öyle miii?" dedikten sonra ağlayarak uzaklaşan, hem güldürüp hem düşündüren Meryem masumiyeti arıyorum. Mutluluk'ta hikayesine tanık olduğumuz, ruhundaki bıçak yaralarına rağmen, gözlerinde her daim hazır yaşlara rağmen aşık olmaktan vazgeçmeyen, varlığını kısık sesiyle attığı çığlıklara sığdıran, ipten inadıyla dönen Meryem masumiyeti arıyorum. Mükremin Çıtır'ın geçerken uğradığı hayal kırıklıklarına denk hayal kırıklıkları olan kadınlar arıyorum. Susturulmuş, sindirilmiş eline oyalansın diye büyütülecek bebekler, yıkansın diye kirli çamaşırlar/bulaşıklar verilmiş, yeri daha doğmadan belirlenmiş, yaşayacakları ona sormadan biçilmiş kadınlar arıyorum. Söyleyecek sözü olan kadınlar arıyorum. Anlatmak için hikayelerini yıllardır göğsünde saklayan kadınları dinlemek istiyorum. Kafamdaki sesleri susturmak için, cezvemde boş kalan yere bir tam fincan daha su koyup toplamda iki acı kahve pişirebilmek için, yapabildiğim en iyi şey dertleşmek, dertleşip türküler söyleyerek hikayelerini yazmak istediğim kadınları tanımak istiyorum. Kendi küçük zaferlerimi yaratıp düştüğüm yerden kalkmak istiyorum. Gelecek her dalgayı, tanıdığım ve sayenizde tanıyacağım yaralı kadınlarla omuz omuza karşılamak istiyorum. Yazıyı elden ele uzatalım. Benim yalnız olmadığımı bilmeye ihtiyacım var. Belki birilerinin de yıllardır göğsünde sakladığı hikayenin yükünden kurtulmaya ihtiyacı vardır? Kim bilir...
                     

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Olacak Olacak Olacak O kadar

Şaşıfelek Çıkmazı ve Daha Bisürü Şey

Fazla Konuştum Hadi Zengin Kalkışı