Fazla Konuştum Hadi Zengin Kalkışı

                     Günaydın. Kahve demledim demin. Her sabah demliyorum. Her sabah en az bir bardak taze taze demlenmiş kahve içmeyince kendime gelemiyorum. Geçenlerde konuşurken Ayça'ya "hatırlıyo musun, ilk geldiğim günler sen kahve yapınca yok ben sevmem diyodum" dedim, hatırladı. Ben fakirlikten sevmiyormuşum kahveyi. Ağzım alışık değilmiş. Ne var, evde kahve makinesi vardı, filtre vardı, iyi çekirdekten öğütülmüş kahve vardı ben mi içmiyordum? Durun kahvemi alıp geliyorum. 

                    Pardon, katıksız mal olduğum için makinenin fişini takmamışım yarım saattir kahve bekliyorum. Niye kokmuyor diye düşünmek de gelmemiş hiç aklıma. Kafamın üçte birinin çalıştığının kanıtı. 

                    Bazen kendime haksızlık ediyormuşum gibi geliyor. Aslında yeteri kadar çalışan bi kafam, ortalama zekam, ortalamanın üstünde bile sayılabilecek zekayla harmanlanan mizahım var. Artık dört işlem yaparken başım dönmüyor, eskisine oranla şehirde daha az kayboluyorum ve gece dışardayken o kadar da korkmuyorum. Hala biraz korkuyorum ama o kadar da korkmuyorum. Dirseğim nasır bağladı metrobüste/metroda erkek cinsinin böğrüne böğrüne ittirmekten. Bakışlarım iyice sertleşti, "ne bakıyosun ulan!" kıvamının üstüne çıktı. Ne anlatıyorum koca paragraftır ben, zıkkımın kökü. Sanki kimse bilmiyor bunları. 

                    Yeni bişey lazım bana. Yeni birileri, yeni yerler, YENİ EV. Yeniden heyecanlanmak, hızlı kalp atışı, napıcam şimdi telaşı, YENİ EV. "Bulaşık makinesini değiştirince beyaz eşya tamam, bi yerden bi koltuk çözmemiz lazım bununla olmaz böyle, televizyonu Deniz'e kaptırdım boş ver kullanmıyorum zaten, yemek masasını da değiştirmemiz lazım ama offf bu kadar masrafın altından nasıl kalkıcam!?" Şımarıklık da yapmak isterim ben şimdi. "Yok dikey süpürge kesin şart mecburi çok lazım. Nar var, çok zor oluyo kabloluyu peşimde sürüklüyorum falan." Bana YENİ EV lazım. Niye benim evim yok ya? Eşyam var, kedim var, analog fotoğraf makinesi koleksiyonum, ananemin gelin sandığı, babanemin hediye ettiği kilim, örgü kırlentlerim, seksenler perdelerim, duvara asılacak bisürü çerçevem var ama EVİM YOK. Ev istiyorum ya allah bismillah allahu eqbar. Tam maaşım yükseliyor ev tutabilecek gibi oluyorum, ev kiraları da yükseliyor. Tam olacak gibi oluyor, hop bi bakıyorum olmamış. O kadar özledim ki yemek yaptıktan sonra mutfağı pis bırakmayı, bir ay evi süpürmemeyi, zırt pırt nevresim yıkamayı, yıkadığım çamaşırları makinede unutup mecburen bi daha yıkamayı. Bulaşık makinesini doldurup çalıştırdıktan sonra boşaltmak yerine lazım olanı içinden aldıkça makinenin boşalmış olmasını. Çok özledim kitap okurken salonda uyuyakalmayı, kimsenin dürtüp odama götürmemesini. Ayda bi kere gaza gelip bütün evi kırkladıktan sonra ayaklarımı orta sehpa niyetine kullandığım ananemin sandığına uzatıp ucuz şarap içmeyi özledim. Uyurken Nar'ın üstümde yürümesini, peluş oyuncak gibi kollarımın arasına girip sarılmasını, durup dururken peşimden koşup ağzımı gözümü bızdıklamasını... Bazen uykuyla uyanıklık arasındaki o çizgide kalıyorum, Nar üstümde yürüyor sanıyorum. Ya da bazen yatakta dönerken sanıyorum ki odanın kapısı benim evimdekiyle aynı yerde. Hayır, o kapı başka yerde bu kapı başka yerde. Şaşıfelek Çıkmazı'nın Murat'ı bişey demişti bi keresinde, tamamını hatırlamıyorum ama şöyle bişeydi: "Rüyamda bi evim vardı, uyandım evim rüyamda kaldı." 

                    Geldiğime pişman mıyım? Biraz pişmanım. Geri döner miyim? Dönmem. Uzaktan çalışmam mümkün olsa döner miyim? Yine dönmem. Burada kafam rahat mı? Rahat. Evim var mı? Yok. Üzülüyor muyum? Kahroluyorum. Aile evi iyi mi? İyi ama sekiz aydır başkasının evinde kalıyormuşum gibi hissediyorum. İşime yakın, 5-10 yaş arası, 2+1, kirası makul ve hatta uçuk değilse satılık bile olabilen bi ev rica ediyorum. Sarınız lütfen. İşime yakından kastım Şişli'nin göbeğinde olması şart değil, tek otobüsle 20 dk uzaklık, metro durağına yakın ve beş duraklık mesafe beni ihya eder. Bi odasını yatak odası yaparım. Perdeleri seksenlerden kalma mavi çiçekli olur. O dünyanın en güzel ahşap dolaplarını alırım, yatağın kenarına okuma lambamı takarım. Kocaman boy aynamın çerçevesini şu an karar vermediğim bi renge boyayıp duvara asarım. Bi de salonum olur. Çünkü neden olmasın, her evin salonu var sonuçta. Koltuklarım olsun. Lütfen artık koltuk sahibi olayım. Son 6 yıldır koltuk görünümlü her şeye oturduk hiçbiri koltuk değildi. Kesin bi duvarı turuncuya boyarım, her yerine de çerçevelerimi asarım. Yemek masam olur, ahşap olur, şimdiki gibi sekiz kişilik olmasına gerek yok. Dört kişilik olsun, kişilikli olsun. Nasıl şaka? Bambu kitaplıklardan alayım, eve gelen misafirler zeka düzeylerini belli edecek o soruyu sorsun: "Aa hepsini okudun mu?" Hayır. Süs. Fazlalıkları dızdıkladığım bi oda daha olsun, çok detaya gerek yok, oda işte. Mutfağım olsun, bulaşık makinesi bulaşık yıkayan, kör dolapsız, dolap kapakları leke tutmayan mutfak işte. Mutfak işte. Bildiğimiz mutfak. Nar olsun, evin içinde gezsin, aşkıııııım diye kovalayayım. Ömrüüüüüm, yavruuuuum, evimin bereketiiiiii diye kuyruğundan çekeyim. Oyuncak alayım, oynamasın, para çöp olsun. Pencere yatağı alayım, geleni geçeni kessin. Tüllere asılsın, istediği kadar tüy döksün. 

                    Bugün işim yok. Sigaraya iniyorum. Dönünce kitap okurum. Ağlarım biraz. Sabah ağlamamıştım, akşam da işim var. Bikaç saat içinde ağlarım. İlaçlarımı içeyim şimdi. Titremeye başladım. Yoksunluk krizi. Zaten evim yok. Ya küfür etmek istiyorum, edemiyorum. Neyse çok oturdum, kalkayım. Her şey için teşekkürler. Bize de bekleriz. Böyle olmadı valla hep ben konuştum, bi dahakine siz konuşun ben dinleyeyim. Olduuu hadi bana müsaade. 






Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Olacak Olacak Olacak O kadar

Şaşıfelek Çıkmazı ve Daha Bisürü Şey