Altı yaşındayım, dantelli çoraplara kılım.
Uyandığımda altı yaşındaydım. Annem, beyaz mus çorabımı giydirmişti. Üstünde rengarenk desenler vardı. Ne deseni olduğunu hatırlamıyorum ama desenler şu an kesin bacağımda, ben görüyorum. Annem bi de ayaklarım üşümesin diye tepesi dantelli çorap giydirmiş. Her anaya kızı piremses sonuçta. Çorap kayıyor mu, canımı sıkıyor mu umursamamış. Keşke anneannemin ördüğü üstünde el ele tutuşan kızlar olan patikleri giydirseymiş. Ama belli ki annem aykırı olmayı sevmiyor. (Bi sürü annem dedim, özlemişim. Canım anam.) Hava da yağmurmaklı. Ruhsar her an Mazhar'a gelebilirmiş de Menkıbe cadısını görebilirmiş de kıllık yapamadan yağmur kesilebilirmiş, o da gariban naapsın gidip Gözüm Ablaya ağlayabilirmiş gibi. (Bence hava durumu metinlerini bana yazdırsınlar. Zaten hâlâ babamla dedemden başka ilgilenen de sanmıyorum kalmış olsun. Babam da izlerken sinirleniyor gerçi. Sunucu bey gidip gidip Sivas'ın önününde duruyormuş. Terbiyesiz. Gerekirse ben sunarım. Gülünecek yerlerde de kendim gülerim ki izleyenler anlasın nerede gülmek gerekiyor.) Saçlarım her zamanki gibi küt. Babam uzun saç seviyor. Annem bir öğleden sonra karşı sokağın başındaki kuaföre götürüp kestirmiş omuzlarıma kadar uzanan saçlarımı. Çok net hatırlıyorum; ensemi topluyor kuaför teyze, eğmişim başımı, eğ demiş çünkü. Söyleneni yapmayı seviyorum o günlerde. Uslu çocuk olmak çok önemli benim için. Keyif kaçırmaktan hiç hoşlanmıyorum. Sonra çok kaçacak keyifler benim yüzümden şimdi oyalansınlar biraz diye mi düşünüyorum, neyse artık... Yerdeki saçlarıma bakıp hüzünleniyorum. "Bir gün hatırlarım bugünü, canım saçlarım." diyorum içimden. Eve gelir gelmez aynada kendimi izliyorum. Bir sağıma bakıyorum bir soluma ama hep gülümsüyorum. Aynada kendimi izlemeyi hep çok seviyorum. Hep. Akşam olunca babam zile basıyor. Koşa koşa kapıyı açıyoruz annemle, "gel" diyor, "gel sürpriz yapalım babana". Babam beni görünce anneme "bak naapmış kızın saçlarına" diyor. Bozulmuyorum, bana ne annem kestirdi saçlarımı ben bişey yapmadım. Sonra büyüyünce çok ihtiyacım olacak suçsuz olduğumu hissetmeye, henüz bilmiyorum hiçbirini yaşamadım çünkü. Daha altı yaşındayım. Dönelim bu sabaha; beyaz mus çorabım çok güzel. Üstümde bir elbise olduğunu hissediyorum ama hangisi olduğunu göremiyorum. Pencereden sokağı seyredip herkesin hazırlanmasını bekliyorum. Bugün kesin pazar. Babam evde ve kesin bi yere gidiyoruz. Bu çorap, bu elbise boşuna değil bence. Annem saçlarına limon sürmüş galiba. Çünkü başka şey sürmez. Kıvır kıvır. Kahverengi rujunu dudaklarına dokundurmuş pıtı pıtı. Elmacık kemiklerine yarımşar pıt. Göz kapaklarına birer tam pıt. Kulaklarında minik gümüş halka küpeleri var. Halkalardan birine yine gümüş bir çiçek geçirmiş. Babam her zamanki gibi aynanın karşısında türkü söyleyerek saçlarını fönlüyor. İkisi de ne kadar genç. Birazdan çıkarız evden. Ben arka koltukta yola dalarım. Bir kardeşim yok henüz, ön koltuk kavgasına yıllar var daha. Yoldaki elektrik direklerini sayarken pek bişey düşünmeyeceğim. Kesin Hüseyin Karakuş dinleriz. Adı Deniz Olmalı dedikçe o, babam içinden kardeşimin adını koyacak. Yolun nereye gittiğini umursamayacağım. Yıllar geçecek, yirmili yaşlarımın ortasına yaklaşacağım ama sadece babamın sürdüğü arabada nereye gittiğimizi umursamayacağım.
Elimde bi bunlar var çorabım kırmızı, saçlarım uzun ama sonuçta altı yaşındayım naaber? Bence sayılır. |
Yukarıdaki yazı noktalama işaretlerine uyarak, bir çırpıda değil aheste okursanız ortalama iki buçuk/üç dakikada bitecek. Ben bir saat kırk yedi dakikada mütemadiyen Ezginin Günlüğü dinleyerek yazdım. Okurken Bahçedeki Sandal'ı dinleyip çok kere de durup uzun uzun sırıttığım için on üç dakika yirmi altı saniyede bitti. Altıncı yaşım mı? O biteli on sekiz yıl olacak. Belki bigün yedinciden, dokuzuncudan, onuncudan, on birinciden ve devamından da bahsederim. Ama sekizinciden hiç bahsetmem. Küsüz biz.
Yorumlar
Yorum Gönder