Çevir dünyayı tersine dönsün.
Kasım sonundan beri bir depresyon geçiriyorum. Öyle ki iki ay önce gittiğim doktor birkaç soru sorduktan sonra akıbetimin intihar olduğunu söyledi. Bu bence terbiyesizlik. Bu bence büyük terbiyesizlik. İntihar ederim etmem o benim bileceğim iş, sen niye benim suratıma dan diye söylüyorsun bunu? Sensin akıbetin intihar. Alanının şizofreni olduğunu söyleyip, alanı bipolar olan bir profesör önerip, reçeteme de majör depresyon yazdıktan sonra bana bildiğiniz yol verdi. Odadan çıktığımda koridorun çıkış kapısını bulamadım. Bir kapı buldum, baya da zorladım ama kapı kilitliymiş. HAYIR hırslı da bir mizacım var, dedim ben bu kapıyı açmadan buradan gitmem. Açılmadı kapı. Bazen işte böyle oluyor. Açılacağından çok emin olduğum bazı kapılar duvar çıkabiliyor. O gün o kapıya yenildim, savaşı kaybettim. Arkamı döndüm başka kapı buldum. Zırhımı sürüye sürüye çıkınca biraz da kendimi duvarlara çarpmak suretiyle ağlayınca insanlar onkolojiden çıktım sandı. Ne alakası var psikiyatriden çıktık işte.
Eve kapandım. Yatağa zincirlendim. İlaca başladım. İlacın bütün yan etkilerini yaşadım. Sürekli titredim, kuruyup pul pul döküldüm, kova kova su içtim doymadım, bir keresinde tam kırk iki saat uyuyamadım, cümle kuramadım (konuşamamak, sessiz olmak anlamında değil, aklımdan cümleyi kurdum ama konuşmaya çalışırken unuttum bütün kelimeleri, karıştırdım). Beni hayat döndürmeye çalıştılar, ben dönemedim. Sinirlenip "aman sen de hiç çaba harcamıyorsun eöf" diyenlere durumun psikolojik olduğu kadar fizyolojik de olduğunu anlatamadım. "Beynimdeki dopamin salgısı" diye başladığım cümleleri "he ya hiç çabalamıyorum, gitsene sen buradan biraz" diye bitirdim. Shakespeare, "yarayla alay eder yaralanmamış olan." yazmış. Romeo hala söyler mesela bunu.
En sonunda kötü kalpli doktorun önerdiği alanı bipolar olan doktora attım kendimi. Uzun uzun konuştuk. Ne yaparsa mutlu olabileceğimi sordu. Normal olmak istediğimi vurguladığım uzun bir konuşma yaptım. "Normal nedir?" dedi. Normal, benim hiçbir zaman olamadığımdır. Normal, benim olamadığım her şeyin bütünüdür. Normal, benim hiç giremediğim oda, soluyamadığım havadır. Normal yüksektedir, benim boyum da hep kısadır. Normal, nasıl yetişeceğimi bilemediğim trendir. Normal, asla olamayacağımı artık bir şekilde kabul etmem gereken bir şeydir.
Keşke dünyanın ortasında bir duraklatma tuşu olsaymış. Ben yatağa bağlanınca keşke dünya biraz dursaymış. Herkes beni bekleseymiş, kimse bir yere gitmeseymiş. Hiçbir şey kaçırmamış olsaymışım. Ayağa kalkınca kaldığım yerden devam edebilseymişim. Mümkün değil. Öyleyse bi kalk kertmezkele, dünyayı çeviriyoruz, tersine döndüreceğiz!
Vakit ayaklanmak, kaçan zamanı yakalamak vaktidir. Vakit, evin altındaki parka serilen halı üstünde çay içip geyik yapmak vaktidir. Vakit, artık toplantılara katılıp moderatör olup başı sonu belli olmayan bezdirici cümleler kurup kadınların iflahını kurutmak vaktidir. Vakit, sabahları koşmak, dönüşte simit alıp harcadığın kaloriyi misliyle geri almak vaktidir. Vakit, balkonu yıkayıp çiçeklerle süslemek vaktidir. Vakit, analog makineyle çektiğin fotoğraflara bakıp hikayeler yazmak vaktidir. Vakit, mücadelenin ucundan tutmaya devam etmek vaktidir. Vakit, röportaj kovalamak vaktidir.
Vakit, morlara bürünüp sokağa çıkmak vaktidir. Vakit, bugün 17.30'da üniversite metrosunda buluşup, 18.30'da Setbaşı'na kızkardeşlerimizin yanına koşmak vaktidir. Vakit, birlik olmak vaktidir. Ben düştükçe kolumdan tutan, yerden kaldıran, yanımda duran kızkardeşlerimdi. Yan yana olursak daha kolay olacak. Vakit, inanıp çığlık atmak vaktidir.
Yorumlar
Yorum Gönder