Komşu kadın mı kimdi?
Merhaba! Çiçu'yu izlediniz mi? Bilin bakalım çemkirgen komşu kadın kimdi? BEN.
Sahneye bir oyun çıkarmanın ne çok yorduğunu, bütün enerjinin buna harcanması gerektiğini gördüm; çok şaşkınım. Işıkların ayarlanması bile bir saatten fazla sürüyormuş meğer.
-Kırmızı mı olsun mavi mi?
-Odak noktası koltuk mu olsun, masanın üstü mü?
-Şimdi biz bu ışığı yüzde bilmem şu kadar açsak daha mı iyi olur?
Sahnede atılan her adım zibilyon kere tekrar ediliyor, her metrekareye aylar boyu yapılan provalarda en az üç litre alın teri damlıyor. Ben o kadar terlemedim. Ben zaten sahneye de çıkmadım. Sadece sesimin kaydı alındı. Söyleyeceklerimi (bunun tam karşılığı replik midir, çok emin değilim) bir kere okuyup kayda girdim. Rolüne kendini fazla kaptıran Furkan (eşimi seslendiriyordu) üzerime yürüdü. En son benim nabzım ağzımda atıyordu. "Ay bi dk dur panik atağım başladı galiba." Yine de çok eğlendim. Böyle arada cazgır kadın seslendirmeleri yapmayı düşünüyorum. İnsan çok rahatlıyor. Oh. Teklifleri değerlendireceğim.
Çiçu, Aziz Nesin elinden çıkmış bir oyun. Yalnızlık kusan bir adamı anlatıyor. Şizofren bir adam. Kimsesizlikten delirmiş bir adam. "Hiçten hiçbir şey çıkmaz" diyen Yunanlıları yalanlayıp yoklukta var olmak için dört duvarının arasında kendi dünyasını yaratan bir adam. Sol elini köpek, sağ elini kedi sanan, boş akvaryumdaki balıkları besleyen, bezden diktiği kadına hediyeler alan bir adam. Adamın değil, bez kadının adı Çiçu. "Çiçu, konuşsana..."
Sanırım oyuna bu kadar takılmamın nedeni neredeyse aynı şeyleri yaşamışlığımla ilintili. Üzgünüm ama ben de dünyayı dört duvarımdan ibaret sandım uzun bir süre. Perdelere ve koltuğa "günaydın" demek hiç korkutmadı beni. Suyla duştaki giderin işbirliği yapıp beni öldüreceklerini sandığım günler hiç uzak ya da hiç az da değil. Bulduğum her sokak hayvanını eve getiriyordum, hiçbiri benimle yaşamak istemiyordu. Her seferinde kalbim bir daha kırılıyordu. Kediler de beni sevmiyordu. Her daim başımın üstünde duran şey bile gökyüzü değil, evin tavanıydı. Tavan. En sevdiğim yemek uykuydu. En sevdiğim şarkı uykuydu. En sevdiğim arkadaşım uykuydu. En sevdiğim sokak uykuydu. Uyku en sevdiğim her şeydi ve hatta sevdiğim tek şeydi. Hastalıktıysa; ben kurtulmak için savaşmayı seçtim. O zamanlar bir arkadaşım "Sen haksızlığa doğdun Seda, isyan kopar ve lütfen vazgeçme. Vazgeçersen çamura düşersin. Güçlü olma savaşçı ol..." demişti.
Belki ok atmayı bilmiyorum ama ben de biraz amazon sayılırım.
Sonunda biz de blog çekimi yaptık. Bunları da buraya koyuyorum çünkü nereye koyulur bilmiyorum. İstediğim yere koyarım. İtiraz etmeyin sizi üzerim asfadsd. Gelek sipas heval e Milad. |
Hoşça kalın...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilSes kaydı da olsa role girmek, o anı hissetmek önemlidir :) Aslına bakarsan geçirdiğimiz bu zor süreci tam anlamıyla özetlemişsin. Oldukça hoşuma gitti. Zor yanlarıyla, keyif dolu dakikalarıyla güzel bir yazı olmuş. Emeğine sağlık. Komşu Kadına saygılarımla..
YanıtlaSilBu aldığım ilk yorum, teşekkür ederim :) sürecin tamamında sizinle olmam mümkünsüzdü zira ya katil olurdum ya da katil asdafs. Seninle oynamak çok keyifli ama :) saygı bizden...
Sil