Merhaba dostlar, merhaba kardeşlerim, merhaba acıyı kederi aramızda pay edip bala çevirdiğimiz yoldaşlar. Sigaramı, kulaklığımı, Ezginin Günlüğü şarkılarımı, adını unuttuğum bi ağacın tütsüsünü aldım, son bilmem kaç ayın özetini geçmeye, güncelleme yapmaya geldim. Biraz eski formata döneceğiz, biraz güleceğiz, biraz da canımız ne istiyorsa onu yazıp oyalanacağız. Yazmak için varız, ne yapalım biz de böyle tutunuyoruz. Klavyeye geçmek zor, geçince yapışıp bırakamıyoruz. Niye öyleyiz bilemiyoruz. Sol omzumuz tutulmazsa uzun uzun dertleşeceğiz. Birinci çoğul ekinden kurtulalım bi dakika.
Kurtulduk.
Sabit konu başlığım yok, önceliği neye vereceğimi düşünmedim, kronolojik deneyelim bakalım. En son ne zaman yazdığımın tarihine bakmadım. Yaz başından başlıyorum... Kafeslerimize kapatıldığımız ilk günler biraz şaşırdık. Kendimizi nereye vuracağımızı bilemeyip ekşi mayalı ekmekler yaptık, yeni yemek tarifleri denedik, telefonlarımıza meditasyon uygulamaları indirdik, yogaya merak sardık, iç huzura erişmeye niyet ettik, evin dağınık tüm depolama alanları bir bir düzene soktuk. Sonra kafesine asılan ballı krakere bile dokunası gelmeyen salıncağına oturup uzun uzun dışarıyı izleyen gariban birer kuşa dönüştük. İşte o günler yaklaşık üç yıl sonra ilk büyük depresyon ataklarımı geçirmeye başladım. Bahar beni neşelendirir, güneş doğup da penceremin perdelerini yakmaya başlayınca yatağımdaki gölgelerde mayışır, gözlerimi açınca sırıtırım. Eteklerimi giyer, yazmamı bağlar sokağa çıkarım. Uzun kahvaltılar yapar, balkonda oturup sokaktaki çocukların sesine duygulanırım. Huzurdur bu bana. Yeter vallahi. Yetecek bişey olmayınca, kimse kalmayınca, kapım çalmayınca, çocuklar sokağa çıkamayınca "aman eteklerimi giysem nee giymesem ne. Yazmamı bağlasam nee bağlamasam ne.." dedim zamk gibi yapışıverdim yatağa. Kahvaltılar hızlı peynir ekmeğe kaldı. Sohbet yok, heyecan yok. Nar bana baktı ben Nara. Bu böyle olmaz da diyemiyorsun, kalk da diyemiyorsun, ne olduğunu da anlamıyorsun, affınıza mağruren mal mal duruyorsun. Bol bol okudum allahtan. Bazen odaklanmakta çok zorlandım. Kafam çok karıştı, aklım yorgun düştü, anlamak anlam kaybına uğradı. Nasıl atlatacağımı bilemez olunca üstüne düşünmekten vazgeçtim. Tanıdık bi duygu sonuçta. Bunca yıldır hakkında okumak yazmak şöyle dursun ah ne beterini yaşadım defalarca.. İnsan geçeceğini bildiği sorunlarla karşılaşınca bilinci daha açık oluyor. En azından acısı kısa sürüyor. Ama asıl mesele sızıya katlanmak, yaranın kabuğunu kaşımamak.. Geçmiş depresyonlarımdan edindiğim bilgiyle kaşımadım, canım uyumak istiyorsa uyudum, ağlamak istiyorsa ağladım. İhmal etmediğim tek şey ilaçlarımdı. Bi de yemeğe sarılmamaya çalıştım. Duygusal yeme bozukluğu olan her insan gibi sallantıya uğrayınca buzdolabına koşmadım. Kilo artışında değilim, çatlayana kadar yedikten sonraki aşırı tokluk hissinin peşinden gelen pişmanlık daha çok ağlatıyor. Yine kurtardıysa umut kurtardı.
"Sabah olunca geçecek, bu sabah olmadıysa elbet bir sabah olacak. Nasıl olsa güneş hep yeniden doğuyor."
Kendimi ilk topladığım anda sırt çantamı alıp Sivasa gittim. Bir ayın ilk üç haftasını "ferman padişahın dağlar bizim", "benim meskenim dağlardır dağlar" heyecanıyla geçirdim. Ders çalıştım, kadın öyküleri topladım, bi öykü yarışmasına katılmaya karar verdim, topladığım öyküleri odamın balkonunda öldükten sonra yüzüğünü alıp sakladığım ince kadının adıyla karıp yeni bi öykü yazdım. Arıdan oğul almayı, sacda ekmek pişiren kadınların yanına çöküp glok yapmayı, akşamları Gülizar yengenin dizinin dibinde beş şişle çorap örmeyi öğrendim. Öğrendikçe bi neşe gelmesin mi bana topladım işte orada az buçuk aklımı başıma. Gel gör ki dördüncü hafta özlem ağır bastı, Narım da Narım diye yandım. Hayatta en büyük başarımdır o. Ölecekse gelsin sıcak evde ölsün diye, girebilmek için iki yıl hayal kurduğum okulun bahçesinden aldım getirdim evime. Ölmedi, demek ki yaşayacak ömrü bu evdeymiş. Duygulandım, dağıldım bak şimdi...
Geldikten sonra çok geçmedi, ben üçer beşer gün arayla ışık altı depresyon ataklarına gark oldum. Hüsranım boldur nasılsa, "aşılamayacak şey değil, aradığını bulursun Sedoş" dedim. Hayat varsa umut vardı sonuçta. Gebersem de ay dur bi dakika deyip kalkıp ilaçlarımı içeceğime söz verdim kendime. O dönem ne kadar işe yaradıkları tartışılır ama daha kötü de olabilirdi. İyi geleceklerine inandım, dayandım her gün 1100 mg ilaca. Yıllarca reddettiklerim gibi gripinvari değiller, biliyorum. Çok iyi çalışıyorlar, ben şahidim. Okullar açıldı, hayatıma amaç katıldı yeniden toparlar gibi oldum. Sonra ne oldu biliyor musunuz? İnsanın cehennemin dibine gitse bile kurtulamayacağı şeyler olduğunu yeniden fark ettim. Keşke kaybolsam diye ağladım. O kadar çok ağladım ki, bi insanın nasıl o kadar çok ağlayabildiğine inanamadım. Neremden geliyor bu kadar sıvı dedim, kuruyacağımı sandım, korktum biraz daha ağladım. Ağlarken kendime acıdım, buna da ağladım. Kalbimin kırıkları kaburgalarıma battı, canım çok yanınca yine ağladım. Kova kova leğen leğen ağladım. Sanırsın çocuğum ölmüş. Gelecek günlerde dünyamın başıma yıkılacağını, hayatımın alt üst olacağını bilsem o kadar ağlamazdım. Biraz gözyaşı da o günlere bırakırdım. Öngörü yoksunuyum. Yoksulluğu da bilirim ama en zorunun yoksunluk olduğuna eminim. Buna da ağlanır, bi ara değerlendireyim.
Kalbim o kadar çok ağrıdı ki bunun sadece duygusal bişey olmadığına inandım. Kalktım İstanbul yoluna revan oldum. Bütün değerlerim, kalbim, kemiklerim bakılabilecek neyim varsa bakıldı. Hiçbir şeyim yokmuş. Hakaret gibi. Yalancı mıyım ben? Doktora "ya vardır bişeyim, hiç mi bişeyim yok?" dedim. Kalbimde bi değişiklik hissedip hissetmediğimi sordu, hissettiklerimi anlattım. Çok önemsiz bişey varmış ama artarsa yeniden gitmeliymişim. Bi de kaslarım korkunçmuş, "ne yapıyorsun hiç mi hareket etmiyorsun?" dedi doktor. Sol omzum bitti bitecek yoldaşlarım. Klavyeye sol elimi sabitleyip saatlerce oturuyorum... Sporla çözeriz artık. Sonra da reçete bile yazmadı, yolladı. Neyse ki hemen arkasından gittiğim göz doktoru "sen bu gözlüklerle nasıl görüyorsun?" dedi. Hahaha net bi sorun var işte, gözlerim 1.75ten 3e çıkmış. Gözlük camlarımı görseniz gülersiniz. Yüzüme gülmeyin ama, üzersiniz.
Tüm süreç çok zordu. Çok. Yeniden başlamak için kendimi yerden kazımam gerekti. Yirmi yedinci yaşıma mektup bile yazmadım. Hep sevinmenin sevilmekle ilgisini düşündüm. Her majör depresyon atağımda olduğu gibi yine intihar planladım. Sadece bir gece. Dayanamayacağımı sandım. Galiba bu sefer bittim dedim. Yürüyemem artık, bacaklarım tutmaz dedim. Uzanamam yükseklere dedim. Kim kalkacak her sabah yeniden dedim. Memleket hali anksiyete azdırıyor, haberler ömür tüketiyor, katiller umut bırakmıyor, kimse eceliyle ölemiyor, uzun uzun katiller elde silahla kapımızın önünden geçiyor, her gün kadın uğurluyoruz ışıklar içinde uyusun dilekleriyle, hep yeniden dehşete düşüyoruz, daha kötüsü olamaz diyoruz, hep daha kötüsü oluyor inanamıyoruz, kimsenin kimseye tahammülü kalmadı, yiyecek ekmeği kalmadığını haykıranlar kuru ekmek yediği için tok sayılıyor, çay içebilen şanslı ilan ediliyor, az dayak diye bişey icat edilmiş iki tokat yiyen kadına şükür öneriliyor, sıka sıka ağızda diş bırakmadılar. Ne kaldı tutunacak dedim. Gerek yok, ben almayayım bay bay dedim. Sonra arkadaşım geldi uzun uzun birbirimize baktık, iki şakaya tav oldum kahkaham boldur topladım. Üç günde yeniden inşa ettim bi şekil hayatımı. Her acı geçiyor. Unut unutma, geçiyor. Şans dediğin dolaşıp dolaşıp dönüyor. Öykü yarışmasını kazanamadım mesela. Ne yapalım dünya mı yandı? Kazanırız bigün birini. Bi kere yapabilen bi daha yapabilir, öyle söylendi. İsot belle dedi Ayşen. Bal eyledik, bu kadarını da şans saydık. İntihar bazen tercih bazen cinayettir. Cinayete kurban gitmedim, kaçmayı tercih edecek kadar korkmak istemedim. Şimdilik kuyuya düşmedik, balinanın karnında da değiliz. Ağlayacak bişey olursa yine ağlarız, çeşmemiz akıyor yüzümüzü yıkar kaldığımız yerden devam ederiz. Söylenecek türkümüz, içilecek rakımız, kurulacak sofralarımız, gülünecek anılarımız, pay edecek başarılarımız, belimize destek dostlarımız, dibi gelse de şimdilik bitecek gibi görünmeyen neşemiz var. Nasıl olsa açılır kapımız, dışarı çıkarız. Yürü bre Hızır Paşa senin de çarkın kırılır, güvendiğin padişahın o da bir gün devrilir. Dur ya bu başka bişeydi. Gülün diye yaptım. Güldürürken düşündürdüm. Mizahıma kuvvet, hem ömrüme hem umuduma bereket.
Gördünüz mü ilaçlar bi noktada çalışıyor, sakın ihmal etmeyin. Son postumu şimdi hatırladım, iş istemiştim mail adresimi bırakmıştım. Kardeşim bak beni delirtmeyin ben mailimi para kazandıracak iş teklifleri için bıraktım. Ulaşacak adres bulamayan, bulunca da uzun uzun yazıp dertleşmek isteyen hastalıkla ilgili sorusu falan olan yazsın. Hiç sorun değil. Bazen cevapları geç yazıyorum çünkü sıkılıyorum, olsun yine de yazın ben cevap yazarım. Ama kurban olayım iş verecek ama para vermeyecek hıyarlar yazmasın. Siz hıyarsınız ama ben keriz değilim. Önce işi verip konu bütçeye gelince gönüllülük esaslı diyorsunuz ya gelip tekmeleyesim geliyor. Siz yanına bardak altlığı koyup satacağınız dergilere yazı istiyorsunuz ama ben telifsiz yazmıyorum. Böyle yazınca da yüz bin tane mail geldi gibi göründü, yok bikaç tane geldi ama utanın biraz arsızlar. Ben faturalarımı ilhamla ödemiyorum. Bi de "biz yeni bi oluşumuz bütçemiz yok" diyenler var, oluşmayın kardeşim bütçeniz yoksa. Bana mı sordunuz oluşurken. Gidin başka kapıda oluşun. Keşke kimse fırsat vermese size. İşiniz düşünce mimara, avukata bedava mı iş yaptırıyorsunuz. Bak bi de belirlenmiş konularda özgün içerikler hazırlanmasını isteyen asgari 300 kelime bekleyen ama bütçeyi on lira olarak yazanlar var. Dalga mı geçiyorsunuz siz benimle? Yok bi de üstüme çay paketi atın.
Tamam bitti postum. Kendinizi çok sevin çünkü sevinmenin sevilmekle kesin ilgisi var. İlaçlarınızı da ihmal etmeyin ama önce kendi gücünüze inanın... Hallolur, vazgeçmeyin. Oluyor yani.
İnci'nin mahalleye girişiyle başladı her şey. Biz onu kocasını dövdükten sonra iki parça eşya alıp elinden tuttuğu kızıyla mahalleye döndüğü gün tanıdık. Vakur, ulaşılmaz görünüyordu. Babası eve almayınca pencerede gördüğü Aysel'e gitti. Aysel... Benim kızıl saçlı huysuz komşum. Kocası ölmüş Aysel'in. İki oğlu var. Çocukları alıp babasının evine dönmüş. Cesur, Kemal Baba, oğlanlar ve Aysel birlikte yaşıyorlar. Her günü aynı Aysel'in. Numarasız. Cetvelle çizilmiş gibi... En büyük aksiyonu canı çok sıkılınca bahçemizdeki ağaca çıkıp meyve toplamak, topladığı meyvelerden reçel yapmak. İleriki günlerde İnci'yle iş kuracaklar. Ağaca çıkması ampul yakacak kafalarının hemen üstünde. Civar bakkallara, konuya komşuya kavanoz kavanoz reçel dağıtılacak. Sonra işin içine Murat girecek, her şeyi mahvedecek. Murat Saadet'in kocası. Saadet'ten çok küçük. Adını unuttuğum bi ortak tanıdık vesilesiyle evl...
Günaydın. Kahve demledim demin. Her sabah demliyorum. Her sabah en az bir bardak taze taze demlenmiş kahve içmeyince kendime gelemiyorum. Geçenlerde konuşurken Ayça'ya "hatırlıyo musun, ilk geldiğim günler sen kahve yapınca yok ben sevmem diyodum" dedim, hatırladı. Ben fakirlikten sevmiyormuşum kahveyi. Ağzım alışık değilmiş. Ne var, evde kahve makinesi vardı, filtre vardı, iyi çekirdekten öğütülmüş kahve vardı ben mi içmiyordum? Durun kahvemi alıp geliyorum. Pardon, katıksız mal olduğum için makinenin fişini takmamışım yarım saattir kahve bekliyorum. Niye kokmuyor diye düşünmek de gelmemiş hiç aklıma. Kafamın üçte birinin çalıştığının kanıtı. Bazen kendime haksızlık ediyormuşum gibi g...
Uyandığımda altı yaşındaydım. Annem, beyaz mus çorabımı giydirmişti. Üstünde rengarenk desenler vardı. Ne deseni olduğunu hatırlamıyorum ama desenler şu an kesin bacağımda, ben görüyorum. Annem bi de ayaklarım üşümesin diye tepesi dantelli çorap giydirmiş. Her anaya kızı piremses sonuçta. Çorap kayıyor mu, canımı sıkıyor mu umursamamış. Keşke anneannemin ördüğü üstünde el ele tutuşan kızlar olan patikleri giydirseymiş. Ama belli ki annem aykırı olmayı sevmiyor. (Bi sürü annem dedim, özlemişim. Canım anam.) Hava da yağmurmaklı. Ruhsar her an Mazhar'a gelebilirmiş de Menkıbe cadısını görebilirmiş de kıllık yapamadan yağmur kesilebilirmiş, o da gariban naapsın gidip Gözüm Ablaya ağlayabilirmiş gibi. (Bence hava durumu metinlerini bana yazdırsınlar. Zaten hâlâ babamla dedemden başka ilgilenen de sanmıyorum kalmış olsun. Babam da izlerken sinirleniyor gerçi. Sunucu bey gidip gidip Sivas'ın önününde ...
Yorumlar
Yorum Gönder