Şaşıfelek Çıkmazı ve Daha Bisürü Şey

 


                    İnci'nin mahalleye girişiyle başladı her şey. Biz onu kocasını dövdükten sonra iki parça eşya alıp elinden tuttuğu kızıyla mahalleye döndüğü gün tanıdık. Vakur, ulaşılmaz görünüyordu. Babası eve almayınca pencerede gördüğü Aysel'e gitti. Aysel... Benim kızıl saçlı huysuz komşum. Kocası ölmüş Aysel'in. İki oğlu var. Çocukları alıp babasının evine dönmüş. Cesur, Kemal Baba, oğlanlar ve Aysel birlikte yaşıyorlar. Her günü aynı Aysel'in. Numarasız. Cetvelle çizilmiş gibi... En büyük aksiyonu canı çok sıkılınca bahçemizdeki ağaca çıkıp meyve toplamak, topladığı meyvelerden reçel yapmak. İleriki günlerde İnci'yle iş kuracaklar. Ağaca çıkması ampul yakacak kafalarının hemen üstünde. Civar bakkallara, konuya komşuya kavanoz kavanoz reçel dağıtılacak. Sonra işin içine Murat girecek, her şeyi mahvedecek. Murat Saadet'in kocası. Saadet'ten çok küçük. Adını unuttuğum bi ortak tanıdık vesilesiyle evlenmişler. Murat, çok parası olan Saadet'le evlendiği için Aysel tarafından jigolo diye anılıyor. O günü hatırlıyorum. Bahçede büyük kavga kopmuştu. Kavganın şiddetiyle dağılanlardan kalan rakı masasına kadınlar oturmuştu. Saadet, Aysel, İnci... Öyle güzel bi fotoğraf karesi ki... Yıllarca baksam gerçekten komşuları olmadığıma, bunun bi dizi olduğuna ağlarım. Dişlerim ağrıyor ne zaman düşünsem. Şaşıfelek'in içinde yaşamadığıma, askılı elbisenin altına kocaman tşört giyilen günlere ait olmadığıma, saçlarımı ütüyle düzleştirmeye yetişemediğime inanmak istemiyorum. Şaşıfelek'in Seda'sı, Alim'le Nuran'ın kızı, Ceyda'nın ablası, Cesur'un çocukluk aşkı olmayı ben hak ediyorum. Evet Mahperi Mertoğlu da iyi oynuyor ama o dizi işte. Gerçek Seda benim. Büyümenin kanıtı olarak söylenen "artık telefon çalınca annemizi istemiyorlar, bizimle de konuşmak istiyorlar" cümlesi en çok benim ağzıma yakışıyor. Odamın penceresinden sarkıp her şeyi en çok ben bilseydim, Cesur beni sokağın kenarında sıkıştırınca ona nazlansaydım, kapının önünden geçerken kur yapsaydım, annemden kaçıp kaçıp onunla buluşsaydım, Ceyda pisliğinin saçını yolsaydım, Aysel'le seviyeli muhaliflik yaşasaydım, annem bana terzilik öğretmeye çalıştıkça ben aklım beş karış havada gezseydim. Bi sabah uyanıp Cesur'la ayrılınca eve koşup hayatımda belki de ilk kez şarap içseydim, beni salonun ortasında sarhoş bulan aileme abuk sabuk konuşsaydım. Rafet El Roman'ın "sensiz yaşıyaamam, sensiz hiç olaamam, sensiz yaşımaak zor geliyor bana" şarkısını sarhoş kafayla en güzel ben söylerdim. 

                    Ben o mahalledeki hiç kimse değilim, zaten o mahalle de gerçek değil ve benim hayatım boyunca öyle komşularım olmayacak. Bikaç kadın yan yana gelip ağzımızdan çıkanı kulağımızla duymadığımız kavgalar ettikten sonra "ay bi sigara versene" deyip evin önündeki bahçenin ortasında, renkli ışıkların altında anason koklamayacağız. En çok birbirimizin kalbini kırıp sonra da en çok birbirimizin kırıklarını alçıya almayacağız. Biz hep edepli zilliler olarak kalacağız.

                    Mesaimin tam ortasında daha ilaçlarımı bile içmeden kafein yüklemesi yaptığım için elim ayağım, başım bile titreyerek yazdığım bu postu kendime gelmeye çağrı sayıyorum. En son halamın kuaförünün boyadığı saçlarım, geçtiğimiz günlerde halamın elbisesini giydiğim, ondan kalan, gencecikken taktığı sonra sağlığında bana verdiği yüzüğüm parmağımda halim... 27 kasımda kaldım, hiç doğum günüm olmadı, bi daha halka eklemedim ne ömrüme ne bedenime, onun beni ilk kucağına aldığı gün üstüne toprak atmadık. Kabul etmek gelmiyor içimden. Ne güzel şeyler oldu, ne kötü şeyler oldu sonra. Telefonunu silmedim, hep aramak istedim. Numarayı başkası aldı belki, arasam ona ne derim? Eğer ona dün geceki rüyamı anlatsaydım kahkaha atıp "ayyy Sedoş sen delisin" diye dizlerine vura vura gülerdi. Babaannemlere gittiğimde ilk iş bi kahve yapar daha fincanım soğumadan kalkar yıkardı. Mutfakta oturup iş günlerimi anlatırdım. Hoşlandığım erkekleri, çok sevdiği sevgilimi, annemle babamın kurlaşmalarını, kardeşimle sürtüşmelerimi, Nar'ı Pelin'e bıraktığımızda girdiği şekli şemali sonra en çok da hissettiklerimi... Derdimi dinleyince "aman salak mısın dert ettiklerine bak, insanlar nelerle uğraşıyor" derdi. Gıcık olurdum. Hala ben dert sanıp ağladığım isotun o kadar da acı olmadığını öğrendim.  Yüzüğün çok güzel, elbisende bin renkli kuşlar var, evimin anahtarı kapıya asılı minik el örgüsü çorabın içinde, ev biraz pis kızma bi dk açıklayabilirim, dolabımda seni kucağımdan söküp götürdükleri sırada odadan çıkarken cebime sokuşturduğum yazman var. Belki Şaşıfelek'de yaşasaydım daha kolay olurdu. Aysel'le kahvaltı sofrasını toplarken idrar tahlilinden kişilik analizi yapardık. İnci'yle bahçeye gelip ahaliyi soran Feru'ya kabaca evin haritasını anlatırdık. Ceyda'nın manifestlerini dinler, Seda'yla bir olup dalgasını geçerdik. Komşuluğu hatırlardım, neşem yerine gelirdi. Elbiselerimi Nuran'a diktirirdim. Saadet'e "bok vardı evlendin bu Murat'la" diye kızardım. Seda Cesur'a kızıp Şafak'la evlenince oturup ağlardım. Ceyday'la Cesur birbirlerine aşık olunca hem kızar hem kıyamazdım. Çünkü Cesur Ceyda'nın gözlerinde yıldız gördü bir sürü nasıl dayanayım? Ceyda Cesur'dan daha cesur davranıp sevişmek istediğini söyleyince onu taktir ederdim. Çünkü "sevişmek için evlenmemize gerek yok, buna ben karar veririm" derdi. Biraz daha taktir ederdim. İki aşık sevişirdi, ben sevinirdim. Aysel'le İnci iş kurup ofisi ilk kiraladıkları gün çiçek alıp yanlarına giderdim, varsa bi işin ucundan da ben tutardım. Neydi adı, şimdi unuttum ama o sekreter kadının evden kaçıp kendini gerçekleştirme isteğine destek olurdum. Aferin ona. Aysel sürekli aşık olurdu. Aysel aşkının peşinden giderdi. Kim ne der düşünmez başka birine daha aşık olurdu. Ya yarın ölürse, garantisi mi var? Bi daha gelmeyecek ya dünyaya. Canının istediğini yaptıkça o, ben mutlu olurdum. Aşık olduğu erkeklerden biri, geçtiği yerde yangın bırakan kadın benzetmesi yapardı. Hak verirdim. İnci'yle Aysel'in birbirlerini çok sevmesinin yanında birbirlerini deli gibi kıskandıklarını hissederdim. İnci her gece yalnız yattığı, Aysel kadar cesur olamadığını düşündüğü için, Aysel de İnci kadar dik duramadığı için doğan kıskançlığı örnek gösterirdim. Aysel başka bişey istedi hep hayattan. Tutku, şehvet, heyecan, daha çok sevmek, daha çok sevilmek. İnci'nin istekleri farklıydı. O kendini gerçekleştirmenin peşindeydi. Dümdüz aşk, kendine ait bi ev, kızına sunabileceği güzel bi hayat yeterdi ona. Eksik kaldı birazından ama en çok aşktan. Saadet'i unutmayacağım. Onun huzur isteğini, bi koca bi çocuk bi de düzenli çekmeceler isteğini unutmayacağım. Bahçede oturup Aysel'e yıkılan hayallerini anlatırken döktüğü gözyaşlarını unutmayacağım. Bunca eksikliğin bunca kederin yanında hala güçlü olan kadınların iki kadeh rakının belini kırdıkları, o renkli ışıkların aydınlattığı, ortasında kocaman ağaç olan bahçeyi unutmayacağım. Ben o yıllarda yaşasaydım sen en fazla yirmi yaşında olurdun hala. Arkadaş olurduk ne güzel. Küpelerimiz olurdu gümüşten halka halka, saçlarımızı ütüyle düzleştirirdik, birbirimizin elbiselerini giyerdik, akşamları dedikodu yapardık, telefon sapıklarıyla uğraşırdık, sen aşık olunca cesaretlendirirdim, Rafet El Roman dinlerdik ve daha bisürü şey... Ama sen benden on üç yaş büyük oldun, ben o yıllarda senin elinden tutup bi yerlere gittim, birlikte Arı Maya okuduk, yanlış okuduğumda doğrusunu hatırlattın, kardeşim doğunca kıskanmayayım diye annemlerle birlikte çok çabalı davrandın, bana oyuncaklar aldın, sen Bursa'da ben İstanbul'dayken özleştik, tatillerde yanına geldiğimde çikolatalı puding yaptın ve işte yine daha bisürü şey. 

                    Yokluğun kalbimi kırıyor. Yedi aydır bu eksiklikle nasıl baş ettiğimi bilmiyorum ve hala nasıl olup da yaşayabildiğimi anlamıyorum. Masamın altına saklanıp ağlama isteğimi durduramıyorum. Çok sigara içiyorum, bırakacak gibi oldukça yeniden başlıyorum. Karar verdim, bugünden itibaren sigarayı bırakmayı bırakıyorum. Zaten Şaşıfelek Çıkmazı diye bi mahalle de yok.  







Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Olacak Olacak Olacak O kadar

Fazla Konuştum Hadi Zengin Kalkışı