Kayıtlar

2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Varlığı var etmiş Hanım.

Resim
                                            "Lo sipero" İtalyanca umarım demekmiş. Bilmediğim bişey öğrendiğimde öğretene bilmediği bişey öğretmeyi borç bilirim. Bildiğim iki dilden biri Kürtçe. "Kürtçede umarım diye bir sözcük yok sanırım" dedim. Kürtçenin ne umutsuz bir dil olduğundan bahsettik arkadaşımla. Hayata umutsuz bir dili konuşarak başlayan kadınlardan biri babaannem. Bin dokuz yüz elli altı yılında doğduğu köyde hiç gitmediğim onun da hiç anlatmadığı o evde ailenin üçüncü çocuğu olarak büyümüş. Babası onu da diğer kız çocukları gibi okula göndermemiş, zaten babaannem de gitmek için hiç diretmemiş. "Elbet ben de isterdim, çok heves ettim ama öğretmen her gün çocuk başına bir tezek isterdi, biz altı kardeştik babamın elindeki tezekler sadece abimi okutmaya yeterdi"...                          Kırk yedi yıl önce on beş yaşında olduğunu söylüyor ama aslında tam tamına on üç yaşındayken telsiz duvaksız karın fırtınanın ortasında ocak ayında yap

Ölümü beğenmezsek birlikte döneriz.

                           Boyu dört, eni iki buçuk adım mutfağımın. İçine şeker koymaya bile tenezzül etmediğim bir acı kahve pişiriyorum. Cezveye ancak iki tam fincan su sığıyor, ben kahveyi tek kişilik yapıyorum. Bu yazının az önce koyduğum son noktasını bir kelimelik daha ihmal etsem kahvem taşacaktı. Basit, kahvenin de sabrın da taşması bir kelimelik. Matematikselleştirirsek -ki buradan sonrasını sayılsalcılara paslarım çünkü ben matematiğe telefon numaraları ezberleyebilecek kadar yakınım. Onun da matematikle ilgisi rakamlardan oluşmasından başka bişeyse, o kadarını bilmeyi bile atlarım.                         Kafamdaki sesleri susturamadığım, çalan telefonları açmadığım, en fazla bir buçuk milim uzayabilmiş tırnaklarımı yememek için ellerimi kendimden sakladığım, iki farklı işi aynı anda yapmadan yapmam gereken hiçbir şeyi yapamadığım, kitap okurken okumayı unuttuğumu hayal ettiğim, uykuya dalamadığım için uykusuzluktan bayılmayı beklediğim günlerdeyim. Yine kalbim çok kı

Yola mı çıksam, yoldan mı çıksam?

                          Sokaklarda ağustos böceği olmak isteğimi bağıra bağıra gezdim bazen. Sırtımda çantamla eski binalara nasıl da bu kadar eski kalabilmişler hayretiyle gezdim. Her molada bir sigarayla dinlenip, gökten yağmur dileyerek gezdim. Yorulunca eve kapanıp ağladım. Yorulmak bi bana eziyetti, ben hiç kimseydim. Oysa herkes yorulur. Ben de yorulurum çünkü ben de biriyim, herkesten biri.                           Kim olduğumu düşünerek geçiyor ömrüm. İçimde hep  çok kişi var. Ne zaman kirpiklerim düz diye ağlasam, gidenler daha önemli onlara ağla diyen biriyle, bi tencere kısır olsa da yesek diyen bir başkası. Kalbim çok mu kırık, hiç mi kırık? Kalp kırıklıklarımı halının altına süpürecek kadar güçlü müyüm, kolumu kaldıramayacak kadar dermansız mı? Yolum mu var yordamım mı? Yol yordam bilir miyim, yol olup gider miyim? Ben kimim? Küçük terapiler uyduruyorum kendi kendime. Çünkü korkunç ama ben tedaviyi tamamen bıraktım. Kendimi henüz ben tanıyamamışken hiç tanımadığı

Sivaslı mısın kadifeli gelin Çandırdan mı geldin?

Resim
               Söylentilere göre dört kabileden oluşan Çandır köyünden bahsetmeye geldim, merhaba!                 Karakayalar, Özdemirler, Karakuşlar ve unuttuğum bir başka kabileden oluşan bu köyün iki işlek caddesi var: Kılıçdaroğlu caddesi ve Cumhuriyet caddesi. Köyümüz yakın tarihe kadar Sivas'ın İmranlı ilçesine bağlıyken zannediyorum birkaç yıldan uzun olmayan bir süre önce Zara'ya bağlandı. Bence böylesi çok daha mantık işi zira İmranlı bir saat uzaklıktaysa Zara asla o kadar uzak değil. (Gerçeğe yakın sallamak için sayı vermekten çekiniyorum.)                 Köyün gezilip görülmesi gereken yerlerini sayacağım ama az yer olması sizi şüpheye düşürmesin hepsi kendi çapında nadide. Bir kere her gelenin heyecanla tırmandığı tepeden söz edelim. Bahsi geçen tepenin ziyaret olduğundan (türbe gibi ama asla türbe değil.) söz ediliyor. Tepenin ismi Gazi Baba. "Ohh akşam çayımızı Gazi Baba'ya karşı içelim" diye heyecanlanılır mesela. Giderseni

Keşke dünya toz şekeri ile kaplı olsaydı.

                "Çocuk oldum sonra ağladım, yağmur bile beni ayıpladı.                        Söz dedim, söz verdim.                            Ruhumu gömdüğüm yer hâlâ belli.                                Güneşi özledim, sonra seni                                     Keşke gölgesine razı bir fesleğen olaydım."                                                                           Didem Madak                               Günde yirmi sekiz saat uyurken dört saatle ayakta kalmaya başladım. Unutacak mekanizmam yoktu, hatırlamamak için elimden ne geliyorsa yaptım. Hastayım. Hayatının tamamını yatakta geçirmesi, her olaya zırıldaması beklenen, sürekli destek olunması gereken, tek başına ve hatta ilaçsız yaşamasına mucize gözüyle bakılan bir hastayım. Ne zaman yaptım bilmiyorum ama ben artık insan ilişkileri oldukça iyi olan, yatakta herkes kadar vakit geçirip gün doğunca kalkıp kahvaltı hazırlayan, yolda tek başına yürüyebilen, dik durmak için çoğu zaman efor harca

Komşu kadın mı kimdi?

Resim
                     Merhaba! Çiçu'yu izlediniz mi? Bilin bakalım çemkirgen komşu kadın kimdi? BEN.                      Sahneye bir oyun çıkarmanın ne çok yorduğunu, bütün enerjinin buna harcanması gerektiğini gördüm; çok şaşkınım. Işıkların ayarlanması bile bir saatten fazla sürüyormuş meğer.  -Kırmızı mı olsun mavi mi? -Odak noktası koltuk mu olsun, masanın üstü mü? -Şimdi biz bu ışığı yüzde bilmem şu kadar açsak daha mı iyi olur?                                           Sahnede atılan her adım zibilyon kere tekrar ediliyor, her metrekareye aylar boyu yapılan provalarda en az üç litre alın teri damlıyor. Ben o kadar terlemedim. Ben zaten sahneye de çıkmadım. Sadece sesimin kaydı alındı. Söyleyeceklerimi (bunun tam karşılığı replik midir, çok emin değilim) bir kere okuyup kayda girdim. Rolüne kendini fazla kaptıran Furkan (eşimi seslendiriyordu) üzerime yürüdü. En son benim nabzım ağzımda atıyordu. "Ay bi dk dur panik atağım başladı galiba." Yine de çok eğ

Zoraki kahraman Tinky Winky

                     "Nefes alamıyorum" diye ağlıyorum. "Ver alayım" diyor. Kucağımdaki bilgisayardan bahsediyormuş. "Ha ben de benim yerime nefes alacaksın sandım zaa" diyorum, "onu da yaparım!" diyor.                      Zordayım okuyucum, dardayım. Evime giremiyorum, hep yoldayım. Kafamı koyduğum yerde uyuyorum, uyandığım andan bir sonraki uykuya kadar ağlıyorum. Bazen böyleyim, yapacak bişey yok. Oturup geçmesini bekliyorum. Böyle yaşamaya alışmam lazım ama alışmaktan hoşlanmıyorum. Hoşlanmadığım daha çok şey var sayıp hatırlamak istemiyorum. Boyumun mutfak dolabından tabak almaya yetişmediği günlere kadar gitmek istemiyorum. "Zordu" dersem, "herkese zor" diyenin ümüğünü sıkarım. Anlamayanı anlarım, darlayanı yakarım.                        Siz kedi çocuğunuz pencereden dışarıyı izlediğinde ne hissedersiniz bilmiyorum ama ben oturup üç posta da ona ağlıyorum şu ara. "Anneni mi özledin Müj? Sokaklar çok güzel,

Bu mahallenin her yol ağzı, her köşe başı çocukluğummuş gibi.

Resim
                  Topladığım gazoz kapaklarını kırmızı kutumda biriktirdiğim zamanlardı. Akan burnumu sol koluma sildiğim zamanlar. Evimiz yokuşun başladığı yerden yürüyünce ilk soldaydı bence. Sonra o yokuşun çok daha aşağılardan başladığını fark ettim. Çatıya yağan karı, renginin yine kırmızı olduğunu düşündüğüm (iyi hatırlayamıyorum ama bence kırmızıydı) küreğimle aşağı atıyordum. Sadece bir fotoğraf karesi gibi geliyor aklıma. Pembe çay takımımla anneme çay servisi yaptığımı da yine bir fotoğraf karesi gibi hatırlayabiliyorum. O günlerde fazla derinden yediğim tırnağımın acısı şimdi bile geçerli ama...                    Bugün onca zaman sonra gittiğimde giremediğim sokağın eski hâlini göstermeyi çok isterdim. Değişen sadece ben değilim. Halamın, annemin elinden tutup gittiğim bakkalın kapısı bile başka artık. Fotoğraftaki bahçe de bizim değil. Hep önünden geçtiğim, eskiden tavukların volta attığı bu bahçe sadece 'hep önünden geçtiğim' bahçe. O kadar. Bu bahçenin önün