Kayıtlar

2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Altı yaşındayım, dantelli çoraplara kılım.

Resim
                         Uyandığımda altı yaşındaydım. Annem, beyaz mus çorabımı giydirmişti. Üstünde rengarenk desenler vardı. Ne deseni olduğunu hatırlamıyorum ama desenler şu an kesin bacağımda, ben görüyorum. Annem bi de ayaklarım üşümesin diye tepesi dantelli çorap giydirmiş. Her anaya kızı piremses sonuçta. Çorap kayıyor mu, canımı sıkıyor mu umursamamış. Keşke anneannemin ördüğü üstünde el ele tutuşan kızlar olan patikleri giydirseymiş. Ama belli ki annem aykırı olmayı sevmiyor. (Bi sürü annem dedim, özlemişim. Canım anam.) Hava da yağmurmaklı. Ruhsar her an Mazhar'a gelebilirmiş de Menkıbe cadısını görebilirmiş de kıllık yapamadan yağmur kesilebilirmiş, o da gariban naapsın gidip Gözüm Ablaya ağlayabilirmiş gibi. (Bence hava durumu metinlerini bana yazdırsınlar. Zaten hâlâ babamla dedemden başka ilgilenen de sanmıyorum kalmış olsun. Babam da izlerken sinirleniyor gerçi. Sunucu bey gidip gidip Sivas'ın önününde duruyormuş. Terbiyesiz. Gerekirse ben sunarım. Gülünecek

Sandığım sandığımdan ağır.

Resim
                 Aylar sonra dönüp buraya "yıllardır hayalini kurduğum, rüyamda gördüğüm yerlere gittim. Bakın boş da dönmedim, alın gezi yazım. Rüyalarım fragmanmış, filme doyamadım seneye yine gideceğim." yazacaktım. Sonra hızımı alamayıp, "yıllarca ne yapacağımı düşündüm. Okuduğum bölümden bişey alamıyordum. Girdiğim hiçbir dersi dinleyemiyordum. Öğrenmek istemiyordum, ezberleyecek kadar odaklanamıyordum. Ne istediğimi buldum, sınava da girdim. Kazandım, işler yolunda ehe ehe." yazacaktım. Gezi yazısına başladığım, tasvirlerimin uzunluğundan kendi kendimi bayılttığım günlerde istediğim bölüme giremediğim için hayatın tribine banıp günlük yazmayı bile bıraktım. Kapıya asılan listede adımı göreceğime çok inanmıştım, baktım baktım adım yok. "Yok ya kesin ben okumayı unutmuşumdur, bu beş kişiden biri kesin benimdir. KESİN." dedim. Üç yedekte de yoktum. Dizlerimin bağı çözülürken aynı anda gözlerim de dolmaya başlamıştı. Çok güçlü biri olduğum için omzumda

Lityum antidepresandan büyüktür.

Resim
                     Yazılara konu bulmak zor değil çünkü zaten evrelerim arasındaki süre ışık hızıyla yarışıyor. Sebebi de sanırım sadece mod düzenleyici bir ilaç kullanıyor olmam. Günde 1000 mg antidepresan kullansam ben de depresyona girmem. "E kullan o zaman" diyenler çok konuşmasınlar. Her gün 1000 mg antidepresan demek daha kaliteli bir hayat demek değil maalesef. Düşünmeyi engelliyor, his kaybına yol açıyor, kendinizi tamamen hastalıklı görmenize sebep oluyor, yoruyor, tüketiyor. Tüm bunları herkese eşit miktarda yaşatmıyor. Bazı insanlar mutlu hissediyor. Sahte mutluluk onları oyalıyor. Önemli olan kendinizi nasıl hissettiğiniz. Ben hasta hissetmek istemiyorum. Her sabah başka uyanıyor olmak da yorucu, on beş dakika mutlu hissedip üç gün neden mutlu olduğunu unutup yataktan çıkamamak da yorucu, durup dururken doğmamış bebeğin ölmüş gibi ağlamak da yorucu, günlerce uyumayıp bir gece kalkın gidiyoruz deyip başka şehirde uyanmak da yorucu, sabahın köründe arkadaş kapıs

Hallederiiiz.

Resim
                          Günlüklerimi, yıllardır sözlüklerde yazdığım hastalıkla ilgili entryleri, buraya yazdıklarımı, bigün belki kitap yazarsam kullanırım diye bilgisayarda biriktirdiklerimi okudum. Yaklaşık tarihlerde, yaklaşık şeyleri hissetmişim. Kullandığım kelimeler, gördüğüm rüyalar, hatırladığım anılar, uyuyamadığım saatler bile benzer. Sodaya düşen limon çekirdeği gibi yaşıyorum. Dönüyorum, dönüyorum, o çakılıp durabiliyor, ben çakıldıktan sonra da kalkıp dönmeye devam ediyorum. Hep sivri kalmak yorucu. Ya güneşim ya da bazen sokak lambası bile değilim. Ya süper kahramanım ya da herkesten iğrenip kendini kafese sokmak isteyenim. Ya çok heyecansızım tıpkı bir maydanoz gibi hissediyorum ya da heyecandan mideme kramplar giriyor, resmen iki dakika heyecanlandım diye mide ağrısından ölüyorum. Neşemi de hüznümü de dizginleyemiyorum. Sonsuz bir döngüyse bu, artık ne zaman öleceksem o zamana kadar devam edecekse işte bu, nasıl oluyor da ben her seferinde ne yapacağımı bilemeyip k

Aniden doğan güneş nasıl da ruha eş.

Resim
                      Günaydın. Bu sabah, uyanır uyanmaz saatlerce road runner izlemişim gibi bir sabah. Yaptığım bütün krepler yusyuvarlak olmuş, tavadan alır almaz yememişim hiçbirini, sanki sofraya koymuşum hepsini gibi bir sabah. Bu sabah tıpkı babam Deniz'i okula annemi işe postalamış gidip bana simit almış çayı bile demlemiş sonra beni uyandırmış gibi bir sabah. Yani resmen 'saat sabah beş buçuk müsaadenle rock n roll!' Böyle sabahlara ba-yı-lı-yo-rum! Neyse ben ciddi bişeyler anlatmaya geldim. Hipomaniyi konuşacağız.                         Ben s ize psikolojinin tamamen ilgi alanım haline gelmesiyle hastalığımı fark etmemin aynı zamanlara denk geldiğinden bahsetmiş miydim? Aslında anksiyete bozukluğum olduğunu sanıyordum. Çoğu hastalığı hatmetmiş, kendime en uygun olanını bulmaya çalışıyordum. Sonrası biraz boşvermişlik. "Başlarım böyle işe öleyim de bitsin!" deyip plan yapmaya başlamıştım ama saçlarımın beyazladığını görünce işin ciddiye bindiğini h

Çevir dünyayı tersine dönsün.

Resim
                     Kasım sonundan beri bir depresyon geçiriyorum. Öyle ki iki ay önce gittiğim doktor birkaç soru sorduktan sonra akıbetimin intihar olduğunu söyledi. Bu bence terbiyesizlik. Bu bence büyük terbiyesizlik. İntihar ederim etmem o benim bileceğim iş, sen niye benim suratıma dan diye söylüyorsun bunu? Sensin akıbetin intihar. Alanının şizofreni olduğunu söyleyip, alanı bipolar olan bir profesör önerip, reçeteme de majör depresyon yazdıktan sonra bana bildiğiniz yol verdi. Odadan çıktığımda koridorun çıkış kapısını bulamadım. Bir kapı buldum, baya da zorladım ama kapı kilitliymiş. HAYIR hırslı da bir mizacım var, dedim ben bu kapıyı açmadan buradan gitmem. Açılmadı kapı. Bazen işte böyle oluyor. Açılacağından çok emin olduğum bazı kapılar duvar çıkabiliyor. O gün o kapıya yenildim, savaşı kaybettim. Arkamı döndüm başka kapı buldum. Zırhımı sürüye sürüye çıkınca biraz da kendimi duvarlara çarpmak suretiyle ağlayınca insanlar onkolojiden çıktım sandı. Ne alakası var psiki

Biber gerçektir, gerçekler çok acıdır.

                               Şaşıfelek Çıkmazı elli dokuzuncu bölümde final bile yapmadan ortadan kaybolduğunda günlerce yataktan çıkamamıştım. Çekimleri iki bin bir yılında bitmiş bir dizi için iki bin on altı yılının yazında depresyona girmiştim. Sabah olmasının bir anlamı yoktu çünkü Şaşıfelek Çıkmazı'nın altmışıncı bölümü de yoktu. Ben ortalıkta "Mendilimin yeşili/ben kaybettim eşimi" diye dolanırken biri de çıkıp "al bu mendil sende dursun/sil gözünün yaşını" diye altmışıncı bölümü bulamıyordu. Nakaratta ağlamaya devam edip türkünün ikinci kıtasına gelince "mendilim benek benek/ortası çarkıfelek" deyip çevirdim çarkımı. Bilmeceyi çözmek için ihtiyacım olan iki yumak ipi kaptığım gibi bikini örmeye başladım. Yetmedi, kış gelince beş yumak ip daha kapıp bu sefer de kazak ördüm. Bir kazak en az dört aşamada örülebiliyordu ve bitmesi en az iki tam günü alıyordu. Örgü işi artık resmen çerezdi. İki şiş bir yumakla dünyaları örüyordum bu tat başkays